7.2.11

"Aziz"in ardından...



Dün merasimle blogu tekrar açtıktan sonra ne de çok şey var yazılacak, ne yazsam nereden başlasam diye düşünürken "pat!" diye internette önüme düşen bir haber şok etkisi yarattı. "Efsane gitarist Moore, tatilini geçirmek için gittiği İspanya’nın Estepona kentindeki otel odasında ölü bulundu.


Dün öğleden sonra abiyle ve yengeyle havanın güzelliğini de fırsat bilerek kısa bi gezinti yaptıktan sonra eve dönüş yolunda güzel bir radyo bulup onu dinlerken, eve de tam yaklaşmışken, 'Still Got The Blues' çalmaya başladı. Yıllarca bir köşeye bırakılsa ve uzun süre dinlenmese bile etkisini ve değerini kaybetmeyen şarkıların en şahanelerinden olduğu kesin bir doğrudur. Biz de tebessüm edip dinlemeye ve şarkıyı söylemeye başladık. Les Paul'u lafın tam göbeğindeki anlamıyla "ağlatan", lakin Fender performanslarına da ayrı bir hayran kaldığımız zat, yine ufak bir pasaj dinlememize rağmen yılların etkisini ve o güzelliği hatırlattı. Hatta bu sırada da abinin kafasındaki "Les Paul almak" başlıklı düşünceleri yeşillendirdiğine de eminim. Gitarı nitelikli kullanabilmek ve çalınırlığı pratik olarak çok zorlayıcı görünmeyip hiçbir zaman da sahibi gibi ruhlu çalınamayan parçalara sahip olmak işin içinde başka bişeyler olmasını gerektirir. Gary Moore da bahsettiği 'Blues'a yıllar boyu sahip olmuş ve bunu hep hissettirmiştir. En dingin ve düşük tuşelerde en yoğun hali yakalamış, gitarı sonuna kadar bağartırken bile bir çeşit huzur akımını da damara salmıştır. Her dinlendiğinde ve izlendiğinde bıraktığı tadı o an yine bırakmıştı. Akşam oldu ve bilgisayarın başına oturduğumda her tarafta Gary Moore vidyoları ve onunla ilgili linklerle karşılaştım. Kendi doğumgünümü henüz kutlamış olmamın etkisi sanırım; adamın doğumgünü heralde derken öldüğünü öğrenmek de biraz garip oldu. Birkaç saat önce Gary Moore dinleyip 'akşama da şöyle birkaç parçasını daha dinliyim hatta olmadı bir de konserini izliyim özledim be' dedikten sonra bilgisayarın başına bu sebeplerle oturup öldüğünü öğrenmek ayrı bir etki yarattı. Bir süre abiyle 'hakkaten ölmüş adam ya' diye diye dolandık evde. Eşle dostla konuşurken karşılıklı 'Midnight Blues', 'Parisienne Walkways' gibi unutulmaz olanlar açıldı, herkesin içinden gelen bir yas tutuldu. 

..ve kaybın en şahane özetini de bir cümleyle başka bir Moore ve Fender severi arkadaş Engin Türkoğlu yaptı:

- ..bir tel daha koptu!

It's the darkest hour
of the darkest night.

It's a million miles
from the morning light.

Can't get no sleep.
Don't know what to do.
I've got those midnight blues.

When the shadows fall,
I feel the night closing in.
There must be some reason
for this mood I'm getting in.

Can't get no sleep.
Don't know what to do.
I've got those midnight blues.



(Midnight Blues - Still Got the Blues)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

90'ların başında karanlık fonlu bir klipte sandalyede oturarak elindeki "les paul"u duygulu bir şekilde çalan kıvırcık saçlı adama müzik kanallarının yayınladığı kliplerde denk gelmeyenimiz yoktur. Müziği radyolar, karışık kasetlerden takip eden o zamanki neslin üyelerinden biri olarak kablolu tv'de gece yarısından sonra yayın yapan yabancı müzik kanallarında bu kıvırcık saçlı adama denk gelmişimdir. Daha gitar türlerine tam aşina olamayan çocuk aklımın ilgisini adamın elindeki o güzel "les paul" çekmiştir. O zaman kısıtlı olan internet olanakları ve bilgiye erişme güçlüğünden dolayı ismini bilemediğim bu gitara uzun süre kasasının üstünde düğme olan gitar ya da "Gary Moore gitarı" olarak seslenen ben ortaokul yıllarımın sonunda bir dergide o gitarın adının "Gibson Les Paul" olduğunu öğrenmiştim ve Gary Moore'un bu gitara hayat veren yüzlerce üstattan sadece bir tanesi olduğunu farkına varmıştım. O dergide okuduğum şeyler beni öyle heyecanlandırmıştı "Les Paul" evrenin genişliğinin içinde yeni ufuklara doğru yol almanın heyecanını hala unutamam. Daha sonraları Jimmy Page, Robert Fripp, Andrew Latimer vs. gibi "Les Paul" ustalarının müziklerine kulak verdim, çok dinledim çok zevk aldım. 6 Şubat günü Garyy Moore'un ölüm haberini aldığım anda o dergide okuduklarım sonucu hissettiğim şeyleri yeniden hisseder gibi oldum. Ben farkında olmasam da beni bu gitarla ve ona dair müzikle tanıştıran kişi Garry Moore'du. 6 Şubat Pazar günü içimde biraz olsun o dergide Garry Moore'un gitari ile ilgili hakikatleri öğrenen çocuğun hissettikleri beliriverdi. Biraz burkuldum biraz da o günleri özledim. Şimdi bu kadar yaş almışken bunları yazmak da biraz garip geldi. Bu yazı da sevgili arkadaşım Onur'un bloğuna yazdığım ilk yorum oluyor. Kendisine armağan olsun.

Serkan Yıldız

Onur Altunsaray dedi ki...

teşekkür ederim :)
çok güzel yazmışsın..
senin blogunu da okumak-yorum yazmak ümidiyle :)